Ne Paris, ne New York, ne de Moskova… Dünyanın en pahalı şehri, belki de şu an adını ilk kez duyduğunuz Luanda! Afrika’nın güney ülkelerinden Angola’nın başkentinde hayat, kelimenin tam anlamıyla “ateş pahası”. Bir hamburgeri 40 dolara yiyor, bir şişe suyu 15 dolara içiyorsunuz. Mütevazı bir apartman dairesi kiralamak istediğinizde en az 15 bin dolar ödüyorsunuz. Peki ama, nüfusun büyük çoğunluğunun ayda 50 dolarla geçinmeye çalıştığı şehir nasıl bu kadar pahalı? Cevabı basit. Ülkede çeyrek asır süren iç savaşın sona ermesiyle petrol yatakları -Angola, Nijerya’dan sonra Afrika’nın ikinci büyük petrol ihracatçısı- dünyanın en büyük şirketlerini Angola’ya çekti. Üretimin yok denecek kadar az olduğu ülkede, ithal ürünlere ihtiyaçtan dolayı fahiş bedellerin biçilmesi, ticaretin merkezi Luanda’yı özellikle expat’lar için yaşanılacak en pahalı şehir haline getirdi.
Afrika’nın Atlas Okyanusu kıyılarının incisi Luanda, iç savaşla yakılıp yıkılan Angola’nın kalbi kırık başkenti… Yaklaşık 500 yıl önce, Afrika’nın kolonizasyonu sırasında Portekiz tarafından işgal edilen Angola topraklarında, kaşif Paulo Dias Novais tarafından kuruldu. O zamanlar adı “São Paulo de Luanda” idi. Uzun yıllar Afrika’nın Paris’i olarak anıldı. Eşsiz kumsalları ve gece hayatıyla şaşaalı yıllar yaşadı. 1975’te Angola’nın bağımsızlığını ilan etmesiyle daha güzel günler yaşamayı bekliyordu. Olmadı.
Ama bugün Luanda’nın küllerinden doğduğunu söyleyebiliriz. 2002’de iç savaşın sona ermesiyle toparlanmaya başlayan şehir yeni baştan yaratılıyor. Her yerde inşaatlar yükseliyor, oteller, restoranlar açılıyor, lüks otomobiller yeni yapılan yollarda boy gösteriyor. Bu hızla giderse 2030 yılında şehrin işsizlik ve fakirlik sorunlarını geride bırakacağı iddia ediliyor.
THY’nin haftanın belli günlerinde direkt uçtuğu Luanda’ya yolu düşeceklere kısaca aktarmak gerekirse… Luanda iki ana bölüme ayrılıyor: “Baixa” adı verilen eski şehir ve “Cidade alta” olarak anılan yeni şehir. Baixa’nın arnavutkaldırımlı sokaklarında Portekiz sömürgesinden yadigar kolonyal yapılar dikkat çekiyor. Bunlardan en önemlisi, Palácio de Ferro. Bu muhteşem saray, Paris’in simgesi Eyfel Kulesi’nin mimarı Gustave Eiffel tarafından 1890’larda yapılarak Luanda’ya getirilmiş. Savaşta büyük yara alan bina, bugün ciddi bir renovasyondan geçiyor. Şehrin yeniden doğuşunun simgesi kabul edilen Palácio de Ferro’nun, Afrika’daki en büyük sanat merkezlerinden biri olması planlanıyor.
BUNLARI YAPIN
Kissama Milli Parkı’nda safariye çıkın. * Deniz taksiyle kolayca ulaşabileceğiniz Mussulo Adası’nı ziyaret edin. *Eşsiz kumsallarda denize girin. * Balina köpekbalıklarının arasında sörf yapın. * Kizomba adı verilen Angola tangosunu izleyin. * Meşhur deniz ürünleri restoranı Lookal Mar’da yemek yiyin. * Futungo Market’tan rengarenk Afrika maskeleri alın.